14 Ekim 2013 Pazartesi

Acilciler Platformu

Engin Erkiner

“Buna ne gerek vardı?” diye sorabilirsiniz. Kendimizi ifade ettiğimiz yeterince site ve blog var. Bu durumda bir yenisine ne gerek var?
Yenisinin yeni bir işlevi olacak. Bu işlev bugüne kadar yapılanlarla ilişkili bir işlev ama aynı zamanda da yeni, daha doğrusu yeni bir aşamayı temsil edecek…
Bu aşama “kolektif tarih bilinci oluşturmak” olarak tarif edilebilir.
Acilciler’in tarih bilinci, beş yıl öncesine kadar büyük oranda çarpıtılmış, kirletilmiş bir bilinçti. Bu nedenle öncelikle alanın temizlenmesi gerekiyordu ve bunu yaptık. 
Bu yapılırken tarih bilincinin eskiden beri bilinen bileşenleri yeniden ön plana çıktı. 
Ne ki, yapılmış olanın bir çeşit yan ürün olduğunu, asıl yapılacak olana bir çeşit giriş özelliği taşıdığını unutmamak gerekir. 
Bu blogun amacı bu girişi derinleştirmektir.
Aynı işi, bir başka yönden, tarihimizle ilgili yayımlanmış iki kitapla da yapmaya başladık: “Nebil Rahuma ve Sol İçi Şiddet” ile “Mehmet Koç: Bir Örgüt – Bir Yaşam” yayımlandı ve arkası da gelecek…
Burada şöyle bir soru sorulabilir:
“Acilciler’de kendi tarihleriyle ilgili bilinç eksik midir?”
Evet, öyledir ve amacımız bu eksikliğin ortadan kaldırılmasıdır.
Şöyle bir örnek vereyim:
Kanada’da kalan ve yakın zamanda ülkeye gelen bir arkadaşla konuşma fırsatım oldu. İsim olarak birbirimizi biliyorduk ama ilk kez karşılaşıyorduk. Anlattığı bir konu dikkatimi çekti:
Önemli bir işlev yerine getirmiş olan site ile ilgili olarak, “Bu kadar az insanla ne kadar önemli bir iş yaptılar” değerlendirmesi yapılıyormuş.
O kadar az da değildik çünkü bazıları daha ön planda görünmekle birlikte son beş yıllık süreçte alan temizliğinin, Acilciler tarihindeki temizliğin yapılmasında yaklaşık 25 kişi yer aldı. Sayı yine de az olarak düşünülebilir.
Ne ki, az insanla etkileri uzun vadeli, dikkat çekici ve bu nedenle de dönemin ruhuna uygun işler yapmak bizim örgütsel özelliğimizdir. Bu özelliğimizi ilk defa göstermiyoruz. Tarihsel özelliklerimizi biraz bilenlerin böyle düşünmemesi gerekir. 
Buradan çıkan sonuç, önemli bir kolektif hafıza eksikliğimizin olduğudur. 
Kolektif tarih bilincimiz eksik; iki nedenle eksik:
Birinci neden; bu tarihin uzun süre ve bilinçli bir çaba ile karmakarışık edilmiş olmasıdır. Alan temizliğini yaparak bu karmaşıklığı ortadan kaldırdık, ama bu yeterli değildir.
İkincisi ise, solun yıllardan beri içinde yaşadığı ortamın etkisidir. Önemli bir iş yapmak için mutlaka çok sayıda insanın bir araya gelmesi gerektiği düşünülüyor. 
Çok sayıda olmanın önemini reddedecek değilim ama “nasıl çok olunur?” önemli olan budur.
Çokluğun bileşenlerinin özellikleri nasıl olmalıdır?
Sürüde koyun saymakla insan saymayı karıştırmamak gerekir.
Kalabalık vardır ama sonuçta ortaya çıkan fazla bir şey de yoktur. Bu tür örnekler solda az değil… Neden, çünkü o kalabalıkta nitelik yoktur.
Bizim tarihimiz, nitelikli sayının çok iş yapabilmesinin tarihidir. 
Nitelik azalınca, sayımız artmış bile olsa, iş yapma kapasitemiz de azaldı.
Acilciler tarihinin ana bölümü 1974-1977 dönemidir. 
1977-1980 arasında da faaliyet yürüdü ama solun genel gelişme çizgisi, önceki dönemin aksine, bizi geride bırakmıştı. 1974-1977 döneminde ise hem teoride hem de pratikte ön plandaydık.
Az sayıda insanla yeni bir örgüt kuruldu ve bu örgüt –yapılan bütün engellemelere ve karşı propagandaya rağmen- bilinen bir isim olarak ortaya çıktı. 
Az sayıda insanla iyi iş yapmak konusunda kuruluşumuz ve ilk gelişme dönemi tek örnek değildir. 
Acilciler’in 12  Eylül 1980 darbesinden sonra özgün ve önemli iki eylemi olmuştur:
Birincisi, Haydar Yılmaz’ın Mamak’taki direnişidir. Bu direniş, sol hareketin en büyük örgütünün sorumlu kademesi direniş gösteremezken sergilendiği için daha da önemlidir.
İkincisi ise, 1981 sonundaki Paris ev işgalleridir. 
Haziran 1981’de Paris’e geldiğimde beş kişi bile değildik ama bir yıl sonra –o günün koşullarında- Paris’in kitlesel örgütlerinden birisiydik. 
Paris ev işgalleri eylemi Türkçe ve Fransızca basında ve TV kanallarında yer buldu.
Paris, Acilciler’in silahlı mücadele dışındaki mücadele biçimlerinde de yetkin olabileceklerini gösterdi. Biz hiçbir zaman silahlı mücadeleyi her derde deva, her ülkede ve koşulda yürütülmesi gereken bir mücadele biçimi olarak görmedik.
Az insanla önemli işler yapmak derken herhangi bir az insan topluluğundan söz etmediğimi, nitelikli az insandan söz ettiğimi anlamışsınızdır.
Kolektif tarih bilincimizin oluşması için bu gibi genel özelliklerin örneklerle işlenmesi gerekiyor. 
Kolektif tarih bilincimizdeki eksikliklerin giderilmesinin ikinci önemli yanı, kişilerin kendi yaşadıklarını yazmasıdır. 
Geneli biliyoruz, ama bu genelin her kişinin özelinde nasıl ortaya çıktığını bilmiyoruz. 
Bunu ancak kişinin kendisi bilebilir. 
Bunların aktarılması da kolektif tarih bilincimizin gerektiği gibi şekillenmesinin ikinci aşamasıdır.
Burada yeniden belirtmek gerekiyor:
Geçmişte hangi eksikler vardı, hangi hatalar yapıldı gibi konular istenirse işlenebilir. İstenirse diyorum çünkü konunun bu tarafı bizi ilgilendirmiyor. 
Geçmişte bilinçli ihanet dışında yapılan hatalar, varolan eksiklikler bizi ilgilendirmiyor. 
Garip mi, hiç de değil…
Bugün ve gelecek, geçmişin uzantısı değildir. 
Bu nedenle geçmiş değerlendirilip, o geçmişteki hatalar ve eksikler sıralanıp da ardından geleceğe yürünemez. 
Bunu yapmaya çalışanlar geçmişe hapsolup kalırlar. 
Örnekleri sol harekette yeterince bulunuyor.
Son otuz yılda dünya, bölgemiz, Türkiye ve insanlar çok değişti. 
Değişip gelişebilenler ayakta kaldı, olumlu işler yapabildi. 
Gelişenler de bu gelişimlerini geçmişin uzantısı olarak görmediler, geçmişlerinden hareket ederek gelişmediler. 
O geçmişi reddetmediler, buna gerek de yok, ama o geçmişten hareket ederek ne bugünü ne de yarını kuramazsınız. 
Son otuz yılda bu kadar büyük bir değişim yaşanmamış olsaydı, geçmişin uzantısı olarak bugünü ve geleceği kurabilmek mümkün olurdu; ama mümkün değildir.
Kolektif tarih bilincimizin oluşması, “biz ne yaptık” konusunu boyutlu olarak kavrayabilmek için önemlidir. Buradan hareketle bugünü ve yarını kuramazsınız ama bu işe yarayabilecek önemli bazı fikirlere ulaşabilirsiniz.
Bu, hemen anlaşılabileceği gibi, farklı bir bakış tarzıdır. 
Farklı bir bakış tarzı ortaya koymak ve buradan yürümek de eski özelliklerimizden bir tanesidir. 
“Mahir Çayan’ın görüşlerini savunuyoruz ama bu görüşlerin bugünü (1970’li yıllar) anlamakta yeterli oldukları söylenemez” görüşünü bizden başka ifade eden THKP-C kökenli bir hareket olmadı. 
Bugün bile yok!
Yaptıkları savunur göründüklerinden hayli farklı ama bugün bile Mahir Çayan’ı neredeyse aynen savundukları iddiasındalar…
Savunduklarına kendileri inanıyorsa, mesele yok…
Biz bu kesimle uğraşmayı çoktan bıraktık, çünkü anlamı yok.
THKP-C kökenli olun ya da olmayın, 40 yıldır halk savaşını savunup da bunu hala hayata geçirememişseniz; burada politik olarak söylenebilecek bir şey yoktur. 
Yazıyı bitirirken bunun bir çağrı olmadığını belirtmek gerekir.
Bu bir duyurudur, çağrı değildir.
Geçmişte de çağrılar yaptık ve kayda değer bir sonuç almadık. 
Çağrının sonucunu bekleyip harekete geçmedik, zaten hareket ederken çağrı yapmıştık.
Birkaç kere yapılıp olumlu sonuç alınmamış bir girişimi yeniden tekrarlamanın gereği bulunmuyor. 
Eskiden de tekrarların örgütü değildik. Denenir, olmuyorsa başka yola girilir ya da öğrenilir ve öğrenilene uygun olarak değişilir.
Konuşmak önemli değil, yapmak önemlidir. 
Bu ülkede yapmamak için konuşan ya da konuşarak kendini yapmış gibi hissedenlerin sayısı az değil…
Hissedebilirler, denilebilecek bir şey yok…
Biz böyle yapmadık ve yapmayacağız.
Bu tarih içinde yer alan herkesin tarihidir.
Bunu söylemek yetmez, gereğini yapmak gerekir.
Bazı arkadaşlar için yazmanın zor bir iş olduğunu biliyorum. 
Çaresi var!
Geçmiş yaşantı karışık olarak bile olsa ortaya konulursa, bunu sürekli diyalog içinde bulunarak düzenli duruma getirebilmek mümkündür. Ek olarak, özeli, genelin içindeki yere oturtabilecek, çok sayıda özelden hareketle genelleme yapabilecek teorik birikime de sahibiz. 

İletişim adreslerini herkes biliyor ama tekrar edeyim:

Yazacaklarınızı üç adrese birden göndermenizde yarar var. 
Böylece iletişim garantili olur.