27 Ekim 2013 Pazar

Üçü de ODTÜ Öğrencisi

Engin Erkiner

Aşağıda okuyacağınız yazı, 26 Ocak 1976’de Beylerderesi’nde havadan bombalama yapan helikopterleri gönderen emekli pilot binbaşının konuyla ilgili düşünceleridir. O zamanın gazetelerinde helikopterlerden İlker Akman, Hasan Basri Temizalp, Yusuf Ziya Güneş’in bulunduğu bağ evine el bombaları atıldığı yazılmıştı. Yıllar sonra daha somut bilgiler ortaya çıkıyor.

Yazıyla ilgili birkaç noktayı belirtmek istiyorum:

Birincisi: Beylerdere’sinde öldürülen yoldaşların ikisi ODTÜ’den mezun olmuştu. İlker metalurji, Hasan Basri maden mühendisiydi. Sadece Yusuf Ziya öğrenciydi.
İkincisi: Malatya hükümet meydanındaki çatışmada iki bekçi bir polis ölmüştü. Üçe üç mantığıyla hareket ediliyor ve üç yoldaş da öldürülüyor.
Üçüncüsü: İlker’in babası, Mehmet Akman –yıllar önce hayatını kaybetti- İlker’in cenazesini alıp Ankara’ya getirmişti. Malatya’da bulunduğu sırada polislerin kendisine saldırmak istediklerini, valinin (Rafet Küçüktiryaki) kendisini koruduğunu anlatmıştı. Polisler –muhtemelen bekçiler de- “arkadaşlarımızı öldürenlerden birinin babası” diyerek saldırmak istiyorlar. 


ÜÇÜ DE ODTÜ ÖĞRENCİSİ
Yazan: Erol SOYSEVER Em. J. Plt. Bnb.

Bu olay, ocak 1976'da meydana gelmişti. Ben o dönemde Diyarbakır'daki jandarma helikopter birliği'nde görevliydim. O gün, birlik nöbetçi amiriydim. Pazar günüydü. Bağlı olduğumuz komutanlıktan, Malatya'ya iki helikopter gönderilmesi istendi. Ben de birlik komutanını arayarak, durumu arz ettim. O da, hemen geleceğini ve helikopterlerin hazırlanmasını, uçuş ekibine haber verilmesini emretti. Görev için, üç pilot ve iki teknisyen planlandı. Onlar da yarım saat içinde birliğe geldiler. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra Malatya'ya hareket ettiler.

Üçü de ODTÜ öğrencisi olan eylemci gençler bir bağ evinde kıstırılıyorlar. Yörede başka bir bina yokmuş. Evin çevresi kuşatılmış, yukarıda da iki helikopter sürekli gözetleme uçuşu yapıyor. Gençlerin kaçabilme olanağı yok. Tünel de kazamazlar. Zaten bunun bir mantığı da yok. Güvenlik güçlerini yönetenler, gençleri yakalamak yerine onları ölü ele geçirmeye karar veriyorlar. Aşağıdan ateş edilirken, yukarıdan da helikopterlerden el bombaları atılıyor. Böylece o üç genç yaşamlarını yitiriyorlar.

Ertesi günü helikopterler birliğimize dönünce bu olayın ayrıntılarını pilot ve teknisyen arkadaşlardan öğreniyorum. Pilot arkadaşlara güvenlik güçleriyle, kendilerinin yaptıklarının yanlış ve suç olduğunu söylemiştim. Çünkü güvenlik güçlerinin görevi, sanıkları yakalayıp adli makamlara teslim etmektir, yargılamak değil. Yargılamak, yargı erkinin görev ve yetkisindedir. Bunu yapanlar hem yetkilerini aşarak suç işlemişler ve hem de üç insanın ölümüne neden olmuşlardı. Üstelik de onlar henüz bir suç da işlememişlerdi...

Ben nöbeti devrederken, nöbet defterine "Malatya'daki olayda görev alan helikopterler yerine, Malatya'daki katliamda görev alan helikopterler saat 12.00'da birliğe döndüler." biçiminde yazdığım için, birlik komutanı benden savunma istemişti. Ben de savunmamda, bu olayda güvenlik güçlerince suç işlendiğini ve insan hakları evrensel bildirgesi'nde yazılı olan insanın yaşam hakkının ihlal edildiğinden falan söz etmiştim. Komutan savunmamı yeterli görmediği gerekçesiyle bana "şiddetli tevbih" cezası vermişti.

Olaydan hiç pişmanlık duymayan o üç pilot arkadaşa, "temenni etmiyorum ama, bunun acısı bir gün sizlerden çıkabilir." demiştim. O üç arkadaştan biri Aralık 1976, diğeri Ekim 1979 ve sonuncusu da Ocak 1995'de helikopter kazalarında yaşamlarını yitirdiler...